Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

16- Pir Sultan Abdal -14


Pir Sultan Abdal -14

“Kalsın Benim Davam Divana Kalsın”
Çağırkan, Hızır Paşa’dan aldığı buyruğa uyarak, Sivas sokaklarında şu duyuruyu yaptı:

* Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin, duyanlar duymayanlara söylesin! Yarın sabah erkenden, din ve şeriat düşmanı, vatan haini, kızıl börklü imansız bir münkir olan Pir Sultan Abdal, Siyaset Meydanı’nda idam edilecektir. Duyan duymayan kalmasın, Valilik divanınca, herkes, onu seyre gelmeye mecbur kılınmıştır. Duyanlar duymayanlara söylesin.

Çağırtkanın söylediklerini, herkes gibi Ali Baba da duydu. Yüreğinde bir parça kopardılar sanki. Günlerden beri aç ve yorgundu. Bir de acı haberi alınca, olduğu yere yıkılıp kaldı. bayılmıştı. Kendine geldiğinde karanlık çökmüş, şehir tam bir sessizliğe gömülmüştü. Başucunda aşiretten iki kişi vardı. Gözyaşları içinde, kendisinin ayılmasını beklemişlerdi. Sırtlayıp, bir Türkmen evine götürmüşlerdi. Dinlenince ve karnı doyunca, bir parça kendine geldi.

Sabahleyin herkesten önce Siyaset Meydanı’na gitti. Darağacı kurulmuş, Pir Sultan’ı bekliyordu. Çok geçmeden, meydan dolup taştı. Herkes üzgündü. Evlerde, yaşlı, hasta ve çocuklardan başkası kalmamıştı. Çığırtkan yüksek bir yere çıktı ve bu kez de şu duyuruyu yaptı:

* Ey ahali! Din-ü diyanete münafık, şer’i şerife mugayir davranışlarından dolayı Pir Sultan Abdal namıyla bilinen, Banaz köyünden Haydar adındaki kişi, az sonra devletimize ve dahi dinimize karşı işlediği suçların cezasını idam edilerek çekecektir. Fakat, asılmadan önce recmedilecektir. Birazdan, Vali Konağı hizmetkarları tarafından küfe ile taş getirilip sizlere dağıtılacaktır. Herkes dilediği kadar taş alıp, Pir Sultan’ı taşlıyacaktır. Kim ki taşlamazsa onun gibi cezalandırılacaktır. Bu böyle biline!

Hızır Paşa, kadılar, müftü ve devlet katında görevli herkes gelip, meydandaki yerlerini almışlardı.

Çok geçmeden, sırtında taş dolu küfelerle hizmetkarlar geldi.

Halkın arasında dolaşıp, taşları dağıttılar. Çoğu kişi, içi kan ağlaya ağlaya verilen buyruğa uydu. Bu arada, Ali Baba da, yan taraftaki bahçeden birkaç gül koparıp hazırladı. Herkes taş atarken, o gül atacaktı. Aklınca “Taş yerine gül atarsam, incinmez” diye düşündü.

Az sonra aseslerin arasında Pir Sultan meydana geldi. nedense ellerini zincirlememişlerdi. Saçı-sakalı birbirine karışmış, ayakları yalın, gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönmüştü. Asesler Pir Sultan’ı halkın oluşturduğu halkanın ortasında bırakarak geri çekildiler. Bu kez de Kara Kadı bağırdı:

* Buyurun, taşlayın bakalım. Herkes taşlayacak. Taşlamayan tespit edilirse, idam edilecek!

Taşlar, Pir Sultan’ın tepesine yağmur gibi yağmaya başladı. Ancak, Dede bundan hiç etkilenmiyordu. Taşlar, bir zırha çarpıp yere düşüyor gibiydi. Sanki Pir Sultan’a taş değil, pamuk yumağı değiyordu. Hızır Paşa ve yanındakiler, şaşırdı. Halk da öyle. İşte şaşkınlığın doruk noktasında olduğu bir anda; hızla bir gül geldi ve bir ok gibi Pir Sultan’ın suratına saplandı. Dede, ansızın gülün geldiği yöne baktı. Ali Baba ile gözgöze geldiler. Ali baba’nın elinde atılmayan hazır bir gül daha vardı. Pir Sultan, yere devrildi. Bir süre öylece kaldı ve taş sağanağınınaltında yaşlı gözlerle şöyle seslendi:

 

Şu kanlı zalimin etiği işler
Garip bülbül gibi zar eyler beni
Yağmur gibi yağar başıma daşlar
Dostun bir fiskesi paralar beni.

 

Dar günümde dost düşmanım bell’ oldu
On derdim var ise şimdi ell’ oldu
Ecel fermanı boynuma takıldı
Gerek asa gerek vuralar beni.

 

Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz
Hakk’tan emr olmazsa  irahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni…..

Pir Sultan’ın nefesi, Ali Baba’yı deride yaraladı. Çünkü, yanlış bir iş yaptığının yeni ayırdına vardı. Yıllarca, Pir Sultan’la birlikte yaşadığı halde, neden gereği gibi pişememişti?... Yani kendisinin canı, Pir Sultan’ınkinden daha mı değerliydi?... Hızır Paşa’nın buyruğuna uyup, ille de ona bir şey atmak şart mıydı?... keşke, o an yer yarılsa da içine girseydi… Ali Baba, Pir Sultan’ın asılmasına mı yansındı; yoksa, bu son yaşanan olumsuzluğa mı?... “Haydaaaar!... Koca Haydaaaaaar!... diye acı bir çığlık attı ve kalabalığı tarara Pir Sultan’a doğru koşmaya başladı.

Pir Sultan’a atılan kimi taşlar Ali Baba’ya değdi. Ali Baba, tam Pir Sultan’a sarılacaktı ki, asesler yetişip, engel oldular. Ali Baba’nın, “Bağışla beni Pirim, ne olur bağışla!...” şeklindeki yakarışı yeri-göğü tuttu. Pir Sultan’ın göz pınarlarından yaşlar boşalmaya başladı. Taşlar yağmaya devam ediyordu. Hızır Paşa’nınişaretiyle taş yağmuru dindi.

Güçlükle ayağa kalkan Pir Sultan, Ali Baba’nın durumuna çok üzüldü. Ömründe ilk kez, okuduğu bir nefaste dolayı pişmanlık duydu. Keşke, pek çok şey gibi; musahibinin kendisini gülle taşlamasını da bağrına gömüp, ses çıkarmasaydı. Fakat bir defa oldu işte. Ali Baba’nın sayılmakla bitmeyecek meziyeti vardı. Buncağız hatası da olsundu. Ayrıca, o da halktan birisi değil miydi? Pirleri dara çekiliyor! Hani, onun dışında kaç kişi var yanında?...

 

Hani benimle lokma yiyenler
Başı, canı dost yoluna koyanlar
Sen ölmeden ben ölürüm diyenler
Dosala da geriye kaçtı bulunmaz.

Dede, darağacını unutmuş, Ali baba’yı düşünüyordu. Ali Baba ise yere çömelmiş, başını ellerin arasına almış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu… Pir Sultan, birden kendine geldi ve gözlerini izleyenlerin yüzlerinde gezdirerek şöyle seslendi:

 

Ben de şu dünyaya geldim giderim
Kalsın benim davam divana kalsın
Muhammed Ali’dir benim ve kilim
Kalsın benim davam divana kalsın.

 

Morula yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısına ben sorulmazam
Kalsın benim davam divana kalsın

Dede, bu dörtlüklerle başlayan nefesini tamamlamıştı ki, Hızır Paşa’nın sesi duyuldu:
* Hadi asesler getirin onu. Cellad, sen de elini çabuk tut. Bitirelim şu işi!....

Asesler, Pir Sultan’ın kollarına yapışıp, arkasından bağladılar.

Dede, onları omuzlarıyla silkip, darağacına doğru yürüdü ve doğru urganın altındaki iskemleye çıktı…

Cellad, durmuş Hızır Paşa’ya doğru bakıyordu. Hızır Paşa, bu bekleyişe bir anlam veremedi:
* Ne duruyorsun cellad. Beklemenin zamanı mı?

 

Cellad, bir şeyler şöyleyecek oldu; ağzındaki lafı Kara Kadı kaptı:
* Efendimiz, geleneğe uyarak, ona son sözünü sormamız gerek.

Cellad onun için bekliyor.

 

Hızır Paşa’nın gözleri yuvasından fırlayacak gibi oldu:
* Daha ne söylesin? Söyleyeceğini söyledi. Tez bitirin işini!...

 

Cellad, kendisine ait iskemlenin üstüne çıktı. Yağlı urganı Pir Sultan’ın boynuna geçirdi. Aşağıya indi.

İzliyenler donmuştu sanki. Cellad, Pir Sultan’ın ayağının altındaki iskemleyi çekmek için eğildi. Elini uzattı ki, ansızın müthiş bir FIRTINA koptu. Toz-dumandan göz gözü görmüyordu. Hızır Paşa dahil, herkes can derdine düştü!...

 

Toz-duman dindikten sonra, Pir Sultan’ın boynuna takılan yağlı urgan bomboş olduğu görüldü. Ayan oldu ki, Pir Sultan sır olmuştu.

 

“Dönen dönsün, ben dönmezem” yolumdan.............

 

SON!

Kitap: Pir Sultan Abdal
Yazar: Battal Pehlivan
Ekleyen: Seyyid Hakkı

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...